Psikolog – Sosyal Hizmet Uzmanı – Aile Danışmanı

Fatmanur Çetin

İletişim kurabilme yetisi ve gereksinimi sosyal yaşamda var olmayı arzulayan bütün insanlar için gerekli ve önem arz eden bir durumdur. Sözel, davranışsal iletişimin yeterli olamadığı durumlarda sanat büyük bir unsur olarak başrolü almakta ve kişinin iç dünyası ile sembolik iletişim kurma yöntemi olarak kullanılabilmektedir.

Sanat, bireyin yaşantısını revize etmede ve birey odağında, en üst seviyede yarara ulaşabilmesine yardımcı olacak bir parçadır. Kişinin iç dünyasını anlamlandırmasına, dışa değil içe dönmesine, başkalarına değil kendini yine kendisine bakarak iyileştirmesine yardımcı olur. Ayriyeten kognitif düşünme becerisini geliştirirken sorun çözme becerisi ve yaratıcı düşünce üzerine olumlu katkıları olduğu bilimsel bulgularla desteklenmektedir.

Levine sanatı, insanların kim olduklarını göstermeye geldikleri yer olarak ifade etmiştir. Dalley sözel araca nazaran sanatın insanın bilinç ve bilinçaltı duygu ve düşüncelerini dışa vurmada daha yararlı olabileceğini belirtmiştir (Bostancıoğlu & Kahraman, 2017, s. 3).

Bireyler; çizim, heykel, boyama, müzik, tiyatro gibi sanat dallarıyla kendilerinin dahi görmedikleri noktalarını keşfedebilme ve ifade edebilme fırsatı elde edebilmektedirler. Genellikle bireyler psikolojik, duygusal ve zihinsel durumlarını yaptıkları sanatsal aktiviteler yardımıyla dışa vururlar.

Sanat terapisini aracı olarak kullanan terapistler ise danışanlarının çalışmalarını renk, doku ve imge olarak deşifre ederek zihinsel ve duygusal durumları hakkında fikir sahibi olurlar. Çocuk, ergen ve yetişkin kişilerde kullanılan bu terapi yöntemi bilinçaltının dışa vurum hali olduğu için kişinin içinde bulunduğu durumlara, sorunlarına ve duygu durumuna dair de pek çok ipucu sunar (LiveToBloom, 2022).

Kaygı oranı normalin çok üstünde olan, depresif, alkol veya madde kullanım bozukluğuna sahip, otizm, yeme bozuklukları, kişisel ilişki sorunları ve kişiler arası duyarlılığı yüksek olan ve başka zihinsel hastalarda da sanatın birçok alanı kullanılır ama tiyatro ve hareket terapisi aynı zamanda herkes içindir.

Psikopatolojik rahatsızlıkların çözümlenmesi konusunda sanat dallarının gerekliliği kadar kişilerinde değişim ve dönüşüme açık olması, direnç sergilememesi gerekmektedir.

Bütün bu patolojik problemlerin yanında daha özel bir alanda varlığını sürdüren özel öğrenme güçlüğü incelendiği zaman sanatsal faaliyetlerin bu alanda sorun yaşayan kişilere ne gibi bir katkısı olabileceği üzerine soru işaretleri doğmuştur. Disleksinin genel yapısı ve tarihçesi incelendiğinde elde edilen bulgular sonucunda sanatsal faaliyetlerin nörolojik yapıyı desteklediği ortaya çıkmıştır.

Disleksi en sık görülen öğrenme güçlüklerinden biridir. Dünya üzerinde oranı %2-10 arasında olmakla beraber bu oran bazı ülkelerde %20’ye kadar çıkabilmektedir (Balcı, 2019). Disleksi, her yüz çocuktan yirmisini etkileyen ve her sosyolojik yapıda, ırkta, dini toplulukta ve sosyoekonomik düzeyde görülen bir öğrenme sorunudur. En geniş anlamıyla disleksi, akıcı okuma ve okuduğunu anlamlandırabilme problemiyle kendisini gösteren nörolojik ve fizyolojik kökenli bir öğrenme güçlüğüdür (Saraç, 2014). Bu kavram literatürdeki yerini ise 1963 yılında Kirk tarafından almıştır. Öğrenme bozukluğunda akademik alandaki disfonksiyonel yapının bozukluğundan kaynaklı bu tarz problemler yaşanmaktadır (Salman, Özdemir, Salman, & Özdemir , 2016).

Öğrenme güçlüğünün büyük bir oranını okuduğunu anlama becerilerine dayanan disleksi alt alanının, geri kalan yüzdelik dilimleri ise diskalkuli ve disgrafya oluşturduğu görülmektedir. Bu tanıya eşlik ederek başka semptomlarla kendisini gösteren dil afazisi, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğuna ait bulgularda çocuklar üzerinde gözlenmektedir. Psikiyatristleri tarafından disleksi tanısı almış çocukların yine nörolojik temeller nedeniyle neredeyse %80’inde dikkat eksikliği ve hiperaktivite tanısı da eşlik etmektedir.

Öğrenme güçlüğü çocuklar ve ebeveynler özelinde ‘başarısızlık’ olgusuyla bağdaştığı için hayal kırıklığı yaratmakta, genel olarak duygusal, sosyal ve aile içi çeşitli sorunlara da neden olmaktadır (Mutlu, 2021). Eric Ericson’un Psikososyal Gelişim Kuramı incelendiğinde yaş grubu itibariyle başarıya karşı başarısızlık gelişim evresinde olan ve disleksi tanısı alan çocuklarda bazı depresif dönemler, okul fobisi, ders ve eğitime karşı direnç gösterme gibi problemlerle karşı karşıya kalınmaktadır. Tüm bu sorunların yanında akran zorbalığı, aile ve çevre baskısı, tembel, sorumsuz çocuk etiketlemeleriyle de baş etmek zorunda kalmaktadırlar. Ve bilinmektedir ki bir gelişim evresinde çözümlenemeyen çatışmalar bir sonraki evrede muhakkak sorun olarak baş gösterecektir.

Sanat türleriyle etkileşim içerisinde olmak farklı teknikler ve malzemeler kullanarak sadece normal gelişim, büyüme ve evrilme dönemlerini takip eden çocukların yaratıcı düşünmelerini ortaya çıkaran, geliştiren ve onlara yeni bir şey üretme, oluşturma hissini fark ettiren tek düze bir eğitim olarak sınırlandırılmamalıdır. İletişim biçimini düzenleme, sosyal becerileri geliştirme, toplumsal alanda görünür olma, self-determinasyonu sağlama, akademik işlevselliği geliştirme, boş zamanları etkin değerlendirme gibi uyumsal tutum alanlarında gerçekleştirilen sanatsal faaliyetler çocuk, ergen ve yetişkinlerin gelişimleri açısından büyük önem tarz etmektedir (Bolu, 2010).   

Disleksi dışında özel öğrenme güçlüğüne yakın semptomlar gösteren diğer patolojik problemlere sahip öğrenciler dünyanın neresinde olursa olsun eğitim sistemi içinde örselenmekte ve zarar görmektedirler. Disleksi tanısı almış dünyaca ünlü yazarlar, oyuncular sanatçılar, müzisyenler ve siyasetçiler olduğu bilinmektedir. Nedeni bilinmez ama belki de sanatın iyileştirici etkisi ve stigmatizasyona maruz bırakılmayan bir çevre içerisinde yetiştirilmiş olmaları hayatlarındaki en büyük şanslardandır. Tam tersi durumlarda yetişen çocuklar genç yetişkinlik evresinde bırakın Tom Cruise, Aslı Enver, Leonarda Da Vinci, Walt Disney olmalarını büyüdüklerinde kendilerine karşı özsaygıları olmayan, güvensizlik duygusu ile baş etmeye çalışan ve gelecek kaygısı gibi zorluklarla mücadele etmeye çalışan bir birey haline gelecektirler.

Bu ve benzeri durum yaşayan çocuklardan kendilerince oluşturulmuş normal diye adlandırılan bazı kriterlere uymaları, hatta boyun eğmeleri bekleniyor. Bu kalıpların dışına çıktıklarında ise çok rahatlıkla dışlanıp etiketleniyor ve silindirden geçiriliyorlar (Salman, Özdemir, Salman, & Özdemir , 2016). Çocukların bu sorunlarla karşılaşmayacaklarını söylemek ütopik bir beklenti içine girmek olacaktır. Ancak akademik, sosyal ve sanat faaliyetleri gibi desteklerle bu semptom ve şikayetlerin artmasında önleyici müdahale programları uygulanabilir.

Hayal dünyaları oldukça geniş olan çocuklar için sanatın her alanı duygu ve düşüncelerini ifade etme noktasında avantaj sağlayacaktır. Bu ifade etme biçimi ruhu beslerken aynı zamanda da beyin gelişimini desteklemektedir. Sanat ve patolojik sorunların bağlantısını yalnızca özel öğrenme güçlüğü ve alt alanları olarak sınırlamadan incelediğimizde sanat faaliyetlerinin yararlarını etkin bir şekilde görüyoruz. MR çalışmaları sonucunda beynin her iki hemisferinin de birlikte çalışması, konsantrasyon süresini artırarak dikkat eksikliği noktasında yapıcı bir etkisi olduğu görülmektedir. Dikkat ve odaklanma problemi yaşayan bireylerin beyin kaslarını aktive edecek çalışmalara ihtiyacı vardır. Kendi yeteneklerini keşfeden bireyler daha olumlu bir bakış açısıyla yaşamlarını sürdürebilmekte ve öz benlikleri güçlenmektedir.